Türkiye’de dahil olmak üzere dünyanın hemen hemen her ülkesinde istihbarat kavramına yönelik olarak sıradan insanlar arasında olumsuz bir düşünce vardır. İstihbarat sıradan insanlar için baskıyı, tehlikeyi, gizemi, korkuyu, ölmeyi ve öldürmeyi temsil etmektedir. Oysaki İngilizce’de intelligence şeklinde kullanılan istihbarat kelimesi zekâ, akıl, bilgi, anlayış anlamlarına gelmektedir. Kelime anlamından da anlayabileceğimiz gibi istihbarat entelektüel bir aktivitedir. Bu entelektüel aktivitenin başarıya ulaşması için analitik ve pratik zekâ ile planlanması, sabır ve disiplinle uygulanması, çok çeşitli teknik imkanlarla desteklenmesi gerekmektedir. İstihbaratın sanatsal bir aktivite olduğunu öne süren yaklaşımların olduğunu da söyledikten sonra bu yazı dizimde ele almayı planladığım Türk İstihbarat Tarihi hususunda kalem oynatmaya başlayalım. Başlamadan bir not düşeyim. Yazıda geçen bütün bilgilere açık kaynaklardan ulaşılmıştır ve tüm bilgiler yazının sonunda yer alan kaynakça kısmı kullanılarak teyit edilebilir.
Türk tarihinin ilk dönemlerinden itibaren istihbarat toplamakla, toplanan istihbaratı değerlendirip siyasi ve askeri makamlara sunmakla görevli olan kişilerin var olduğu bilinmektedir. Türk tarihini aydınlatan ilk yazılı belge olan Kök Türk Kitabelerinde bu kişiler için bitigci, ılımga ve tamgacı gibi ifadeler kullanılmıştır. Türkler’in istihbarat faaliyetlerini incelerken kimi tarihçilerin en eski Türk İstihbarat Teşkilatı olduğunu söyledikleri kimi tarihçilerin ise varlığını reddettiği Börü Budun Teşkilatı’ndan bahsetmemek olmaz. Sözünü ettiğimiz bu teşkilat, Türklere düşman devlet ve kavimler hakkında istihbarat toplamak, sabotajlar hazırlamak, kargaşa çıkarmak ve düşman güçlerinin olası hücumlarını etkisiz hale getirmek için kurulmuştur. Börü Budun, zamanla Türkler’in tarih içindeki misyon ve vizyonunu belirleyecek bir beyin, devlet aklı fonksiyonu üstlenmiştir. Börü Budun’un şamanlardan, hakanlardan, ululardan oluşan karma bir yapısı vardır. Ayrıca fedailerden oluşan askeri bir kanadı da mevcuttur.
Orta Asya’da Çin’le komşu olan Türkler, kendi devletlerinin düzenini bozmaya çalışan casuslara çaşıt demişlerdir. Bunlar genelde Buda dinine inanan Budistler ya da Çin’de mevcut dinlere inanan kimselerdi. Gezgin gibi toplum içine karışarak halkın yaşayış biçimini, güvenlik durumunu öğrenmenin yanında, kendi dinlerini de yaymaya çalışırlardı. Elde edilen bilgiler seyahatname biçiminde düzenlenerek gerekli makamlara sunulurdu. Türk tarihinde ilk casusluk olayları, Çinlilerle Hunlar arasında olmuştur. Hunların sürekli olarak saldırılarından korkan Çinliler, Hun Türklerinin devlet yapısını öğrenmek amacıyla M. Ö. 138’de, Chong-Chien adında bir Çinliyi casus olarak göndermiştir. Chong – Chien’in M. Ö. 125 yılında Çin İmparatoruna sunmuş olduğu rapor Türk tarihindeki sınırlı sayıdaki casusluk belgelerinden birisidir. Bu gibi raporlar sayesinde yabancı devletler, Türk devletlerinin iç sorunlarını tahrik ederek, yöneticilerinin birbirlerine düşmelerini sağlamışlar ve bu devletlerin kısa sürede dağılmalarına neden olmuşlardır.
Dünya Tarihine damgasını vuran ekonomik casusluk olaylarından birisine Türk toprakları ev sahipliği yapmıştır. En büyük emeli ipek böceği yetiştiriciliğinde kullanılan larvaları uzak doğudan getirmek suretiyle kendi ülkelerinde ipek yetiştirmek ve bu yol üzerinde bulunan ve ipek ticaretinden oldukça önemli bir gelir elde eden Sâsânî ve Akhun tekelini kırmak olan Bizans İmparatorluğu Akhun ülkesine yolladığı casuslar aracılığı ipek böceği larvalarını ele geçirmiştir. Böylece ipek böceği yetiştiriciliği Bizans ülkesinde de başlamıştır.
Türkler’in İslam dini kabul etmesinden sonra istihbarat faaliyetleri Berid Teşkilatı bünyesinde sürdürülmüştür. Berid Teşkilatının başkanı ve teşkilatta görev alacak diğer görevliler bizzat hükümdar tarafından belirlenmiş ve bunlara diğer devlet görevlilerine nazaran daha yüksek maaşlar verilmiştir. İlk Türk İslam Devletleri, resmi istihbarat görevlilerinin yanı sıra din adamları, sufi dervişler, hac yolcuları, ilim adamları, öğrenciler, seyyahlar ve tüccarlar aracılığı ile de istihbarat toplamışlardır. Bu bilgiler değerlendirildiğinde Türk İslam Devletleri’nde istihbaratın en temel unsurunun insan olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Türk İslam Devletleri tarafından icra edilen istihbarat faaliyetleri incelediğimizde ise askeri konulardaki bilgilerin elde edilmesine odaklanıldığını görürüz. Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklular gibi Türk İslam Devletleri, keşif, gözcüler ve gözetleme kuleleri sayesinde düşman orduları hakkında bilgi almayı sağlayan bir sistem oluşturmuşlardır. Aynı şekilde savaşın meydana geleceği bölgenin konumu, harekât sahası, hava koşulları ve atlar için otlak olup olmadığı yapılan keşif sayesinde öğrenilmekteydi. Böylelikle hangi ordunun ne kadar askere, teçhizata ve diğer araç gereçlere sahip oldukları öğrenilmeye çalışılmıştır.
Türk İslam Devletleri tarafından uygulanan istihbarat yöntemlerinin en dikkat çekici olanlarından birisi dil almadır. Türkçe’de dil kavramı diğer anlamları yanında düşmanın durumunu söyletmek için yakalanan esir anlamında da kullanılmıştır. Düşman hakkında bilgi verecek birini yakalayıp, bu dilden istihbarat almaya dil alma denir. Bununla beraber düşmana bu fırsatı vermemek yani dil yakalatmayıp karşı istihbarata engel olmak ise dil çıkartmamak olarak ifade edilmiştir. Türkler, askeri alanda dil alma yöntemiyle istihbarat toplamışlardır. Kale veya şehir kuşatmalarında dil alma yöntemine daha fazla başvurulduğu anlaşılmaktadır. Esir edilen kişinin düşman ordusu içinde gerekli bilgilere sahip olabilecek konumda olması ve sorgulanması için konuştuğu dile vakıf olunması da gerekir. Günümüzde de bir istihbarat elamanın taşıması gereken en önemli özelliklerden birisi yabancı dillere hâkim olmasıdır.
İstihbaratın en temel ilkelerinden birisi gizlilik ilkesidir. Müslüman Türk devletleri istihbarat faaliyetleriyle ilgili belge ve raporların gizli kalması için azami özen göstermişlerdir. Bu bağlamda tercih edilen en yaygın yöntem şifreli mektuplardır. Bu mektuplar ulaştığı yerde deşifre edilirdi. Ayrıca istihbarat raporu veya belgesinin gizli kalmasını sağlamak için mektuplar bal mumuyla kapatılıp, atın eyeri altına gizlenir, atın eyerinin kumaşları arasına dikilir ya da baston veya meslekle alakalı aletlerin saplarının içi oyularak mektup konur, sonra talaş ile doldurulup tok bir ses vermesi sağlanır, sonrasında da üstü cilalanarak başkalarının eline geçmemesi amaçlanırdı.
Diplomatik ilişkiler açısından görevlendirilen elçiler aynı zamanda gittiği ülkeler hakkında bilgi edindikleri için istihbarat açısından da değerlendirilmelidir. Elçilik makamı aynı zamanda casusluk yapmak için de kullanılmıştır. İslam öncesi Türklerde elçilerin casusluk yapması yasak ve cezası da çok ağırdı. Ancak İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte Türk devletleri de casusluk faaliyetlerinde elçilik makamını kullanmışlardır. Elçiler gittiği ülkelerin kendi devletleri hakkındaki siyasi, milli, iktisadi, dini vb. gibi düşünce ve fikirlerini öğrenerek rapor halinde hükümdarlarına sunmuşlardır. Böylece yıkıcı ve yıpratıcı fikirleri olan devletler hakkında gerekli tedbirler alınmıştır.
Türk İslam hükümdarları, istihbaratı en sistemli kullanan ve istihbaratın imkanlarından faydalanan liderler olmuşlardır. Psikolojik savaşın etkisini keşfederek, psikolojik savaşçılarla düşmanlarının moral ve motivasyonunu yok etmeye çalışmışlardır. Örneğin Gazneli Sultan Mahmut meşhur Hindistan seferinden sonra ganimet olarak elde ettikleri filler sayesinde, düşmanları karşısında psikolojik olarak üstünlük kurmaya çalışmıştır.
Selçuklularda istihbarat faaliyetlerine en çok önem veren devlet adamı vezir Nizamü’l- Mülk olmuştur. Nizamü’l Mülk, Siyasetname isimli eserinde özellikle casus bulundurmanın ve ülkenin değişik yerlerine casuslar göndermenin sultanların basiretini ve tedbirini ortaya koyması açısından onların en önemli özelliklerinden birisi olduğunu belirtmiş, ayrıca sultanların adil davranabilmeleri için casuslar aracılığı ile dost düşman herkes hakkında bilgi sahibi olunması gerektiğinin önemini vurgulamıştır. Vezir Nizamü’l Mülk, oluşturduğu iç ve dış istihbarat teşkilatında, casusluk, keşif hareketleri, gizli görevlendirmeler, sorgulama, ticari faaliyet görüntüsü altında pazaryeri ve panayırlardan bilgi toplama, parola ve özel işaretler kullanma, elçi ve ulaklarla haber alma ve diplomatik yazışmalarla istihbarat toplama gibi pek çok yöntemi uygulamaya çalışmıştır.
Hasan Sabbah’ın kurduğu Batıni hareketinin fedaileri olan Haşhaşiler, aynı zamanda bir casus olarak, uyuşturucuyla beyni yıkanmış bir şekilde sıra dışı bir motivasyon türüyle karşımıza çıkmaktadır. Fedailer, Anadolu Selçuklularının saraylarına kadar sızmayı başarmışlardır. İran kökenli bu örgüt, bölgeyi hâkimiyetlerinde bulunduran ve İsmailileri baskı altına almaya çalışan Selçuklulara karşı mücadele etmek amacıyla cinayeti sistemli bir saldırı aracı olarak kullanmaya başladılar. Hedef aldıkları kişiyi öldürme konusunda çok titiz ve başarılıydılar. Eylemlerinin başka kayıplara yol açmama, masum olarak gördükleri diğer bireylere zarar vermemesi konusunda çok dikkatli davranırken, etrafa saldıkları korkuyla elde ettikleri etkin nüfuzu koruyabilmek için cinayetleri genelde halka açık mekânlarda, bilhassa camilerde gerçekleştirmeyi tercih ediyorlardı. Hedeflerine kılık değiştirerek yaklaşan Haşhaşiler, kurbanlarına kurtulma olasılığı tanımamak için zehir, ok ve yay gibi araçlardan kaçınıp, hançer kullanmayı tercih ediyorlardı. Kurbanlarını gece vakti boğazını keserek öldürüyorlardı. Hiçbir koşul altında intihara girişmeyip hep yakalandıkları kişiler tarafından öldürülmeyi yeğliyorlardı.
Ülkeleri fethetmek ve dünyaya hâkim olmak amacına sahip Türk hükümdarları olan Cengiz Han ve Timur istihbarat faaliyetlerinin önemini takdir ederek, büyük teşkilatlar vücuda getirmişlerdir. Anadolu coğrafyasında Türk istihbaratının sembol isimlerinden olan Çaka Bey, Bizans subayları ve yöneticilerinden almış olduğu istihbari bilgileri Anadolu Selçuklu Sultanlarına aktarmıştır.
Osmanlı Devleti’nin henüz uç beyliği olduğu dönemlerden itibaren istihbarat faaliyetlerinin ehemmiyetinin farkında olunmuştur. Osmanlılar, Martolos ve Voynuk teşkilatları sayesinde merkezi sisteme yönelen iç ve dış tehditlerden mümkün olduğu kadar ayrıntılı bir şekilde haberdar olmaya çalışıyorlardı. Her padişahın kendine özel olarak çalıştırdığı hem iç hem de dış istihbarat toplayan casusları vardı. Örneğin, Osmanlı tarihinde bir ilki gerçekleştirip babasına karşı savaşarak tahtı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, kardeşi Şehzade Ahmet’ten haber almak üzere gönderdiği Tur Ali adlı casusundan gelen haberlere göre halkın kendisinin tarafında olduğunu öğrenmiştir. Sultan Yavuz, istihbaratın bir devlet için son derece önemli olduğunun bilincinde olan Sadrazam Piri Mehmet Paşa’nın tavsiyeleri doğrultusunda istihbarat ağı kurarak baş düşmanı Safevi ordusu hakkında en ince ayrıntısına kadar bilgi toplatmıştır. Yavuz Sultan Selim’in ajanı Şeyhim Ahmet’in, Şah İsmail’in huzuruna çıkarak ona Osmanlı kuvvetleri hakkında yanıltıcı bilgiler vermesi dikkat çekicidir. Burada, Yavuz Selim’in düşmana karşı “Yanıltma Operasyonu” tatbik ettiğine şahit olunmaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman iç ve dış istihbarat faaliyetlerine büyük önem vermiştir. Kanuni Sultan Süleyman, 1522 yılında Rodos Kuşatması sırasında Şövalye Don Andrea d’Amaral ve Yahudi bir hekimi casus olarak kullanmıştır. Rodos’un Osmanlılar tarafından kuşatıldığı günlerde Yahudi hekim ve Şövalye Amaral Türklerle haberleşmeyi sürdürmüşler ve adada olup bitenleri günü gününe rapor etmişlerdir. Adanın durumu hakkındaki raporlarını oklara bağlayarak Türk ordusuna atan Yahudi hekim, bir süre sonra iş başındayken yakalanarak öldürülmüştür. Don Andrea d’ Amaral da aynı akıbete uğramıştır. Türklere kalenin müdafaa plânlarını vermekle suçlanan Amaral, önce şövalyelikten atılmış, sonra da idam edilmiştir. Rodos’ta kurulan Osmanlı istihbarat ağında kadınlar da görev yapmıştır. Kadınlar, kuşatma sırasında şehrin çeşitli yerlerinde yangınlar çıkarmışlardır.
Kanuni’nin Macaristan’ı fethinden sonra burada faaliyet gösteren Türk casuslarının ustalıkları Macaristan arşivlerindeki belgelerde anlatılmaktadır. Macar sarayına Türk casusları yerleştirilmiştir. Macar sarayındaki en önemli iki Türk casusları, Jankovies Ferenez ve Peter adındaki Dalmaçyalıdır. Peter, at satın alma kisvesi altında Macar uç bölgelerinde dolaşarak haber toplardı. Bunların dışında Macarların sınır savaşlarından çok sıkıntı çeken Macar köylüleri de Osmanlının haber kaynaklarındandı. Macar askerleri artık Osmanlının haberi olmadan hiçbir şey yapamaz olmuştu. Macar kaynaklarında Osmanlı casuslarının çok iyi olduklarına dair örnekler bir hayli fazladır. Belgrad Beyi Hamza Bey’in kendisine Macar ordusunun geldiğini haber veren Macar casusa verdiği cevap ilginçtir:
“Hiçbir yerde askeriniz yok. Olsa benim bilmem lazım. Çünkü benim casusum altı yıldır Beç’te oturur. Orada karısı, çocuğu vardır. Bu adam isterse kilisede ayin idare eder, isterse Nemçeli, isterse Macar olur, isterse mükemmel çapacıdır, isterse asker, isterse topaldır, isterse senin gibi sağlam bacakla gezer ve üstelik her dili bilir. Onun için kralınıza selam, Beç’te bulsun onu.”
Kanuni ve oğlu II. Selim döneminin en önemli Osmanlı casuslarından birisi de Yasef Nassi’dir. Yasef, Avrupa saraylarındaki adamları sayesinde Avrupa’nın mali ve ekonomik yönlerini, savaş yöntemlerini ve yöneticilerin kişilik özelliklerini öğreniyordu. Bu casus, Venedik elçisi tarafından, çok tehlikeli notuyla Avrupa’ya rapor edilmiştir.
XVII. yüzyılda istihbarat faaliyetleri, Osmanlı devletine dost devletler ve bazı kişisel çıkarları karşılığı tutulan ajanlar tarafından yapılıyordu. 1677 yılında İstanbul’a gelen Fransız Elçisi Nuvantel, kendi devleti ile savaş halinde bulunan Avusturya’ya karşı Osmanlıların da savaşa girmesi için çalışmış ve Venedikli mühendis Borozzi’nin kendisine verdiği Raab ve Komoron kalesinin planlarını Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ya teslim etmişti. 1688 yılında Venediklilerin Eğriboz adasını almak için yaptıkları saldırıda, ada muhafızı Çelebi İbrahim Paşa, ada hakkında bilgi toplamak için Venedik Amirali Morozini tarafından adaya gönderilen Atinalı papazı teşkilâtıyla birlikte yakalatmış ve kendisinden Venedik kuvvetleri hakkında bilgi almıştı. Yine bu savaş sırasında, Çelebi İbrahim Paşa, Morozini’nin yanında kâtiplik yapan bir Rum çocuğunun babası vasıtasıyla, Venedik ordusu ve harekât plânları hakkında bilgi almış ve ona bol para vermişti. Ayrıca, Venedikliler arasına ajan göndermek ve dil (esir) yakalamak suretiyle düşmana ait bilgi ediniliyordu. Böylece, Venediklilerin yapacağı taarruz ve kuvvetlerinin miktarı öğrenilmiş, düşman yenilgiye uğratılmıştır.
Yukardaki satırlarda görüldüğü gibi Osmanlı padişahları tarafından kullanılan casuslar oldukça yararlı olmuş ve istihbarat alanında farklı yöntemler uygulamışlardır. Fakat bu istihbarat faaliyetlerinin anlayış, yöntem, içerik ve uygulama açısından kurumsallaşmış istihbarat teşkilatlarından çok farklı olduğunu ve sistematik olmadığını belirtmek gereklidir.
Osmanlı’da dolayısıyla Türklerde modern anlamda istihbarat teşkilatı kurma girişimleri ise XIX. yüzyıl itibari ile başlamıştır. Bu girişimleri yazı dizimin ikinci bölümünde ayrıntılı bir biçimde ele alacağım.
Faik ERYAŞAR
Araştırmacı- Yazar
KAYNAKÇA
- SEYREK, Ahmet; İstihbarat Örgütleri Tarihi, Dorlion Yayıncılık, Eskişehir, 2020
- ERDEM, Ahmet; MİT Gizli Tarihi, Kriminal Kitaplar, İstanbul, 2021
- TAŞAĞIL, Ahmet, ‘’İslam Öncesi Dönemde Türklerde İstihbarat’’, Türk İstihbarat Tarihi, ed: İsmail H. Demircioğlu, Ahmet Özcan, Namık Çençen, Yücel Yiğit; Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2021
- İLTER; Erdal, Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi, MİT Basım Evi, Ankara, 2002
- KARAN; Kaya, Türk İstihbarat Tarihi, Truva Yayınları, İstanbul, 2008
- İLTER; Erdal, Osmanlılarda İstihbarat (XIV.-XX. Yüzyıllar), Avrasya Dosyası, İstihbarat Özel Sayısı, 2002