James Bond Asla Asla Deme

Asla Asla Deme | Kim James Bond’u Daha İyi Oynadı?

Popüler kültürün hayatımıza kattığı ve cevabı üzerinde dünyanın neredeyse her yerinde tartışmaların uzunca bir süre daha bitmeyeceği bir soru. Biz de bu sayıda sorunun diğer şıkkı olan ve geçtiğimiz Ekim ayında kaybettiğimiz Sean Connery’i yad etmek istedik.

Yazan: Turgut Şişman

6 Şubat 1958 tarihinde Manchester United takımını taşıyan uçağın düşmesiyle futbol tarihinde en hazin kazalarından biri yaşandı. O dönem Busby’nin Bebekleri olarak adlandırılan sekiz Manchester United futbolcusu hayatını kaybetmişti. Manchester United takımın o dönemki teknik direktörü Matt Busby, bu olaydan 5 sene önce İskoçya’nın Bonnyrigg Rose Athletic takımında oynayan 23 yaşındaki bir oyuncuyu takibine almıştı. Oyuncuyu transfer etmek için iyi bir teklif sunmuş olsa da genç oyuncu futbol yerine beyaz perdeyi seçeceğini söyleyerek onu geri çevirmişti. Evet, o futbolcu Sean Connery, o gün kendisine gelen teklifi kabul etseydi belki de düşen uçakta ölen isimlerden biri o olabilirdi ve biz bugün James Bond’u kim daha iyi oynadı sorusu için başka bir isim üzerinde tartışıyor olabilirdik.

 

Sean Connery aktörlük kariyerine 1955 yılında başladı. James Bond ile yolları serinin ilk filmi olan Dr. No ile kesişti. 7 tane James Bond filminde rol aldı. İlk beş James Bond filminden sonra bir daha James Bond’u oynamak istemediği açıkladıysa da karakteri oynayan diğer oyuncuların beyaz perdede beklenen etkiyi göstermemesi sebebiyle göreve geri çağırıldı. Connery, Ölümsüz Elmaslar filminden sonra “bir daha asla James Bond karakterini oynamayacağım,” dedi. Asla Asla Deme, isminden anlaşılacağı gibi yapımcı ve senaristler tarafından Sean Connery için düşünülmüş bir göndermeydi, onu Bond olarak izlemek isteyenleri son kez selamladı.

 

Sean Connery’i sadece James Bond ile hatırlamak oyuncunun aktörlük kariyerine büyük haksızlık olur. Umberto Eco’nun aynı adlı eserinden uyarlanan 1986 yapımı Gülün Adı filminde canlandırdığı Baskerville’li William ve kendisine Oscar ödülü kazandıran, ünlü mafya lideri Al Capone’in adalete teslim edilişini anlatan Dokunulmazlar filmindeki Jim Malone rollerinde gösterdiği üstün başarıyla hatırlayacağız.

 

Peki, James Bond’u bu kadar popüler yapan neydi?

 

Ian Fleming İngiliz donanmasında istihbarat alanında hizmet veren bir subayken kaleme almaya başladığı James Bond hikayelerini 1952 yılında romana dönüştürmeye başladı. O dönemlerde iki kutup haline gelen dünyaya soğuk savaş hakimdi. Doğu bloku ardında kalmış Rusya karşısında batılı devletler yerini alıyordu. Her alanda yaşanan rekabetin en önemli oyun alanıysa bilgi savaşlarıydı. Geliştirilen teknolojiler rakip devletlerden sır gibi saklanmaya çalışılırken rakibin ne yaptığı öğrenmek de büyük önem taşıyordu. Bilginin en büyük güç olduğu bu dönemde yaşanan istihbarat ve diplomatik savaşlarsa ister istemez o dönemin sanat dallarına da yansıdı.

Bu satıları okurken izlediğiniz bütün James Bond filmlerinden hatırlayabildiğiniz sahneleri hayal etmenizi istiyorum. Gözünüzün önüne yakışıklı, çapkın, ince zevkleri olan, iyi dövüşen ve kalbi her zaman dünya barışı için atan bir Bond ve karşısında her zaman dünyanın sonunu getirmek isteyen, nükleer ve biyolojik silahları olan, ömrünü insanlığı yok etmeye adamış tuhaf tipler gelecektir. Şu an bile isimleriyle tanımlayabileceğimiz birçok devletin yüz bulmuş hallerini bu filmlerde kötü karakter olarak izleme şansı bulduk. İyi ve kötünün keskin sınırlarla çizildiği James Bond cephesinin ilk neferi olan Sean Connery’in karizması ve oyunculuk başarısı hikayenin yankı bulmasını sağlarken sürdürülebilir bir propaganda aracı olmasına da vesile oldu. James Bond’un kullandığı ileri teknoloji silahlar, yine bu silahlar donatılmış hızlı spor arabalar her zaman izleyicide “vay be” hissi uyandırırken, “çektiğimiz filmler yapabileceklerimizin teminatıdır,” mesajıyla üstünlüğün kimde olduğunu demir perdenin ardına hatırlamaya çalışıyordu.

Bu çift kutuplu dünyada James Bond karakterinin bir ikona dönüşmesini sadece politik sebeplere veya aktör başarısına bağlamak doğru olmaz. James Bond evreni tabirini kullanma sebebim de işte bu yüzden. Filmlerde oynayan kadın karakterler her zaman büyük ilgi uyandırdı, dönemin en ünlü ve en seksi kadınlarının Bond kızı olması bir gelenek haline geldi. Dünyanın neresine giderseniz gidin filmin vazgeçilmez müziğini bindiğiniz taksideki şoförün ıslığıyla çaldığını ya da başka birinin cep telefonu melodisi olarak kullandığını duyabilirsiniz. Filmlerde kullanılan son model arabaları ve silahları tasarlayan Q, Bond’un patronu M, M’in sekreteri ve Bond’a sarsılmaz bir platonik aşkla bağlı Miss Moneypenny bile başlı başına kendi hayran kitlelerini oluşturmayı başarmış durumdalar. “Ben Bınd, James Bond,” repliğiyle 007 kodunun James Bond sevenler üzerinde bıraktığı etkiyi anlatmama bile gerek yok sanırım. Bu saydığımız etkenlere sizin de aklınıza gelecek birçoğunu eklendiğinde James Bond’un dünyanın en uzun süreli film serisi olması sanırım hiçbirimize şaşırtıcı gelmiyor.